17 Kasım 2009 Salı

Çöp üzerine deneme

Çöp evde yaşayan bi kadın olmak gibi bir seçeneği ihtimal dışı bıraktığım gelecek hayallerim gayet havalı iken bendeniz kendini bi çöp eve malzeme olacak kadar çöp olmuş hissediyorsam ne olacak?

Tamam, çöp olmak burda ağır bi anlam taşıyor olabilir. Ama tanımlı olduğu uzay göz önüne alınırsa, bambaşka uzaylarda en kıymetli şeyde olurum bi yerde. Şimdi konu benim çöp olmamsa eğer, neden çöp olduğuma açıklık getirmek gerek. Neden? Çünkü biz her bi ilişkiden sonra ne kadar istisna olup devam ettirsek de bişeyleri en nihayetinde yine bigün çöp olmak kaçınılmaz oluyo. Bi ilişkinin çöpü olmak yani konu.

Aynı anda kişi hem çöp, hem de bazı çöplerin oluşum sebebi de olabilir. Ama çöp olmuştur işte o da. İnsan çöp olduğunu nasıl anlar? Telefon açarken artık çekiniyorsam, şöyle mi desem ki, böyle mi anlar ki gibi tereddütlere kapılıyorsam, şahane buruşturulmuş bi çöpümdür artık.

Çöp olmak da bi yerde bazı ayrıştırıcılara falan rastlayınca anlam kazanan türdendir. Fakat ayrıştırma işlemi çöpten çöpe farklılık gösterince doğru ayrıştırıcıydı falandı filandı derken zaman geçiyor. Çöp haline alışıyor. Dünyaya çöp olarak bakmak da iyiymiş diyor. Daha fazla çöp olmasın diye tasarrufa gidiyor. Ama doğal dengenin bozulması gibi mühim problemlerde etkili rol oynamak bir çöp için bazen altından kalkması zor olunca soluğu ilk ayrıştırıcıda almak kaçınılmaz olabiliyor kimi çöpler için.

Bi yerde çöplük modern dünyamızın luzırıyla homeomorf bir yapı teşkil ediyor. (İki kültürü bir arada harmanlamayı başaran Selvi buruşturulmuş katmanlarında hışırtılı sesler çıkararak dahi mutlu olabiliyor.) Modern dünyanın güzel insanı, buruşukluklarını saklamaya çalışsan da bi yerde kıvrılıyor kenarın aynı noktadan. Ve Selvi Çöp artık alışmış olduğu dünyasında kimsenin kenarını köşesini buruşturmak istemiyor. Bi seçim yapıp çöp olmayı tercih ediyor. Taa ki onu buruşturan gelip sayfalarını narin narin açana kadar. Olmazsa da canım sağolsun diyip hışır hışır eşlik ediyor şarkılarına elinde en soyut çalışmalarıyla. Sevgiyle kalıyor. Seviyor çok, pek çok! ;)


(Hışırtısıyla ''İYİ Kİ DOĞDUN!'' diyebilecek kadar uzman artık çöp hayatında :))

15 Kasım 2009 Pazar

Başka Türlü Bişey!


The Watercolor!

İzlenmeli, izlettirilmeli. Ve o duyguyla yola koyulmalı.

Güzel insanların birbirini bulduğunu görmek inacımı artırıyor.

Matematik Köyünde hissettiğim o insansı havayı daha geniş alanlara yayabilmenin mümkün olduğunu düşünmek hele!
Başka türlü bişey!

22 Ekim 2009 Perşembe


Saatim 5 dakika ileridir hep benim. Ama bunu bildiğim için de saate bakıp hep 5 dakka geri alırım saati kafamda :) Eeee.. ne işe yaradı di mi şimdi ileri alma işi? Kendimi kandıramıyorum işte. Ama bu da bi ritüel oldu şimdi. Vazgeçemiyorum.
5 dakikanın 10 dakikanın hesabını yaparak düştüğüm okul yolları, trafiğe battıkça bi şenleniyo bi şenleniyo. Misal bugün bilmem kaç milyonuncu dur kalkımızda, otobüsteki herkesi en ince ayrıntıya kadar artık seyreyleyince trafiğe akayım dedim. İlk gözüme çarpan hemen yandaki ''long vehicle'' sürücüsü oldu. Tek başına olmasının onu suça teşvik etmesi olasılığını düşünerek gözlerimi ayırdım, bölgesel çalışan şoför amcamdan. Onun da yanındaki araca baktım. Bu sefer 2 amca vardı ve fakat... yalnız olmanın ötesinde sebepleri olsa gerekti kopilot amcanın bu bölgesel çalışma için. Gözlerimi kapattım, 3e kadar saydım, birşey olmadı. Zaten gözlerimi her zamanki olağan aç kapalarından birine koyvermiştim, 3e kadar sayma da işin dikkat çekmeye çalışan yanıydı :D
Okuldu falandı filandı bürokrasiydi derken zamanı tükettik. Gene düştük yollara.( Gene'ye sesleniş: Sevgili Gene, seninle herhangi bir alıp veremediğim olmamasına rağmen yıllardır seni kullanırken hep çekindim, ürktüm.Yerine ''yine''yi tercih ettim. Sebepsiz tavrımdan utanıyorum, Gene. Sana karşı çok ön yargılı davrandığım için affını diler, aklıma geldikçe yine yerine seni kullanacağıma söz veririm. )
Bir sürü şey geliyor aklıma yolda izde yürürken, hayatı en uyduruk yerlerinden sorgulamak da kabul gören bir şey midir bilemiyorum fakat ben çok eğleniyorum kendi kendime. Yollar gözümde büyümez, kalabalıklar beni korkutmaz oldu. Hele kulaklıkları takınca, tüm sözleri ekle yapıştır millete, dadına doyum olmuyo. Herkesi susturup kendi istediğini dinlemek de ayrı bir zafer bana kalırsa. İzlemek de epey eğlenceli oluyor. Bazen bu izlemelerim (söyleyince sapıkça gelecek biliyorum ama) takibe dönüşmüyor mu, ölüp bitiyorum kendime :) Takip dediysem kastım evine kadar takip etmek değil de şöyle: kader ağlarını örmüş mü diye yokluyorum arada bir. Diyelim ki fünikülere bindim, kaldı ki füniküler en sevdiğim vasıtadır motordan sonra. (motora binmeyi en çok Kabataş'tan mı severim Beşiktaş'tan mı karar veremedim lakin.) Fünikülerde gözüme hoş görünen biri oldu diyelim, şöyle kaşı gözü düzgün, kasmamış, özgüvenli bişey.. Takılırım füniküler çıkışı peşine, aklımda da bi soru: Allaaam, aceba motorla Üsküdar'a mı geçecek? Eğer, eğer öyleyse sanırım bu benim kaderim olabilir mi ki? Biraz poposu geride mi ki? (bi soru deyip sorulmuş 3 soruya takılma seyirci, vurgu ilk soruda, sesli yapamayınca vurguyu, dikkati böyle toplayım dedim.-kıvıırrr, kıvııırr!-) Bu düşünceler içinde yürüyen merdivenden çıktıktan sonra hemen avımın saat kaç yönünde gittiğini belirlemek için antenleri açarım. İlk bakılan yön, Kabataş İskelesi. Malesef yok. Panik!! Otobüs duraklarına bakarım ve yok olan av için son olarak Adalar İskelesi'ne bakarım. Püff! Ve av çoktan bu satırları yazarken ben çok uzaklara varmıştır. Tüm bu çabalama sonunda farkına vardım ki Ozan'a alternatif olarak üretebildiğim erkek tipim uzun saçlılardan oluşmuş. Kitlesel çalışıyorum artık. Çalışıyorum dedim ya, çok bu yola baş koymuş hissettim kendimi :) Eğleniyorum kendi kendime ya en güzeli o.
Elimdeki defterin köşelerine unutmamak için bişeyler yazmıştım, buraya yazmak için. Ama şimdi odada olan defteri almaya üşendiğim için ezberden yazacağım :)
Sevgilisiyle mutlu mesut yürümek yerine elini ısırarak yürüyen sevgili? Amacını anlamadım. Lakin yazdıktan sonra farkettim ki ısırınca mutlu oluyorsundur belki. Herkesin mutlu mesutu kendine ama tabi öyleyse sende haklısın. Isır sevgili, kalabalıklar içinde elini tutup sevgiliyi.
Diff. Denk. hocası Kamil Hoca, ağzının kenarında tükürüklerin birikip de hevesli hevesli anlatırken o tükürüklerin bizimle kucaklaşmıyor mu, daha yakın hissediyorum kendimi sana. Samimiyete güvenip sana dedim size o kadar tükürükten sonra ama :D Ve sevgili Alpay Erdem'den yahut bir uykusuzdan bu derse gelip, bu caaanım hocayı gözlemlemesini rica edesim var. Hissediyorum ama çizemiyorum. Kitlelere hitap etmesini istiyorum bu güzel hocamın. Seviyorum çok, pek çok!
Bir de 'Oops!!' ve 'WaW!' diyen insandan korkmalı mıyım, korkmamalı mıyım bilemiyorum. Biri bana 'Oops' dedim mi kalakalıyorum. Dünyadaki herşey donuyor,bir ben hareketliyim. Etrafında dolanıyorum 'Oops' un. Ve çimdik atıyorum en etli yerinden ona. Sonra herşey eski haline dönüyor ve 'Oops' evrimini 'Waw! Bu da neydi böyle?' diyerek tamamlıyor. Bense her oopsun ardından gelecek olan wawı bilmenin rahatlığı ile bi zafer daha kazanıyorum :D


16 Ekim 2009 Cuma

bisküvi arası nutella


Tatlının altın vuruşu işte budur. Çocukluğuma dönüyorum iki bisküviyi açıp arasına sakin ama bir o kadar da iç kıpırtısı ile nutellayı yayarken. Petibör olmalı ama bisküvi :)



Görsellerde Nutella fotoğrafı ararken karşıma bu fotoğraf çıktı. Görüntüden öte fotoğrafın ismi beni kendine çekti. Şöyle ki : HOLY NUTELLA!!

Bir tarikat oluşturabilecek mi bakalım Nutella. Gizli gruplar toplanıp Nutella konseptli, Nutellaya bulanmış görüşmeler yapacak mı? Kitleler bunun için bir araya geldiğinde o dünya tadından yenmeyecek hale gelir ama orası kesin. Ve benim düşüncem herkes evinde kendi Nutellasını tüketsin. Bireysel Nutella destekçisi ilan ettim kendimi. Ama fanatiği olmayacağım :P

Pek ciddi hayatımda değindiğim konuların da o kadar ciddi olması kaçınılmazken, neden paylaşmayayım dedim. Kötü mü ettim. İçinden homurdanma seyirci :DD

Olmazsa olmaz okuyucu notu: Herşey kendimi daha yakından, en pis, en kötü ve en datlı yanlarımla size tanıtmak olduğu için yazmalıyım. Bu accayip tatlıyı yerken üzerimde bembeyaz bir tişört vardı ve ardarda yenen 3 atomdan sonra minik nutella lekeleri boy gösterdi tişört üzerinde. Bu da benim Nutella ibadetim olsun dedim sonra. Lekesi olmadan yenen Nutella HOLY NUTELLA değildir. İşte iddiam budur!

15 Ekim 2009 Perşembe

eski İETT otobüsü, içim titriyor sana!

Hava kararmıştı ve soğuktu. Fakat an itibarı ile verilmiş olan dersin geri dönüşü olan para cebini ısıttıkça soğuk vız geliyordu. Ev arkadaşı ile ne yesek diye konuşuyordu telefonda. Yemeği arkadaşı yapacağı için söz hakkı olduğunu düşünmeyen Selvi '' sen bilirsin'' dedi. '' ne çorbası yapayım?'' diye sorunca kendine hakim olamayıp iştahlı iştahlı ''şehriye çorbası'' dedi. İçindeki borçlu ve mahsun Selvi kıvırmak istedi ''yani kolay oluyo ya ondan yani, ehemm kehemm'' dedi. Anlaşıp kapattılar telefonu.

Peki nasıl ulaşacaktı şehriye çorbasına??.. Dağ başındaydı. Oldukça seyrek geçtiği söylenen otobüsü yakalamak, bahtsızlığını yenmek için iyi bir deneme olabilirdi. ve Selvi prim yapsın diye kendini yerden yere vurabilirdi önceki cümledeki gibi. (gönderme: Sevgili Ersin Karabulut, yarattığın luuzır akımından etkilendim sanırım. Yolda izde Sandıkiçi okuyunca böyle oluyor. Sevgiler!) Durak görünüyordu fekat ''gelir mi ki otobüs, taksiye mi binsem ki insan içine karışana kadar'' derken beyaz üzerine kırmızı çizgilerle emektar İETT otobüsü göründü. Otobüs durağa varana kadar durağa koşup yetişebilir miydi Selvi? Düşünmeyi bırakıp, kısa bacaklarıyla koşmaya başladı, bir yandan da ellerini havada yukarı aşağı sallayarak ''dur!! bekle!!'' anlamına gelen işaretler yaptı yanından geçmekte olan kırmızılı beyazlı İETT güzeline. Vefalı İETT, genç dostuna, anne şefkatiyle karışık bir hoşlukla açtı kollarını yol ortasında. Koşan Selvi mutluluktan havada ayaklarını çırpa çırpa ulaştı yaşlı dostuna. Hal hatır sordu Selvi'ye eski dost, 147 kontördü hali hatırı Selvi'nin. Hoş beş ettiler yolda sağa sola savururken genç yolcusunu, bir o yanına sarıldı İETT'nin bir bu yanına. Ne de çok özlemişlerdi ama artık yeterdi. Silkinip, bir yer bulup oturdu ''dışı seni, içi beni yakar'' tabirini kullanmanın hoş olmayacağı, pörsümüş dostun kucağına. Sevgili İETT'nin içi yine kıpır kıpırdı fekat Selvi'nin içinde bu titreşimleri algılayan mesane,bu kıpırtıyla senkronize bir şekilde titreyip durdu. Koyun mu saymam gerek diye düşündü sabretmek için ama o uyumak için geçerli bir gelenekti. Muhterem arkadaşı Nebok gibi içinden saymalı mıydı? En iyisi bunu not etmekti bir yere, en kötü ihtimalle bir hikayesine konu olurdu. Mesane ile gerginliği azaltmak için iyi bir öneriydi. Amma velakin mesane yutmuyordu bu numaraları, titredikçe titriyordu. Sızıp kalmış öylece Selvi demek iyi bir kapanış olabilirdi fakat herkes gülerdi. Şöyle ki çişi tutan insan ufacık bir rahatlama ile hemen koyverirdi. Ve hatırlamak istemiyordu Selvi rüyasında denizde yüzerken yatağa kaçırdığını. Kimse bilmemeliydi. İnsanın söylememek için kendini tembihlediği şeyleri daha evvel söylediği de bilinir bir gerçekti. Neyse ki İETT insan içine karışılıp umumi vece bulunabilecek bir yere gelmişti sonunda. Umumi vece Selvi'nin en sevdiği yer değildi belki ama mutlu etmişti onu. İETTye olan sevginin yerine umumi vece sevgisi mi gelecekti? Yoksa Selvi yine cansız varlıklarla işini görene kadar ''köprüyü geçene kadar ayıya dayı diyeceksin'' felsefesinin yansımalarını mı yaşıyordu? (kim böyle mantıksız bir şey yapardı ki?) Ve mesaneyi koymaya karar verdi İETTnin yerine. Ne de olsa artık umumi vece ile işi bitmişti.

Peki uzun lafın kısası demek için yeterince uzun yazabilmiş miydi?

okura not: İETT ve Selvi isimlerinin sık kullanılmasının verdiği rahatsızlıktan ötürü özür diler, zamanla alışmanızı dilerim. Her yazı da İETT sıklıkla kullanılmayacak olsa da Selvii önemsiz ayrıntı hikayelerin kahramanı olarak hep karşınızda olacak :) Yalnız isim konusunda biraz kararsız kalmadım da değil. Arkadaşlar bugün söylediler, bende Ezgi ya da Özge tipi varmış! Haksız mıyım kararsız kalmakta.Bir konuda eminim ki Ezgi de Özge de Selvi'ye nispeten bana daha yaraşır isimler olabilirdi :P

14 Ekim 2009 Çarşamba

tempooo!!

''Koş selvi koş!!'' sloganı ile sokaklarını arşınladığım İstanbul sokakları.. Duy sesimi.. Ben de seni hergün karış karış dolaşmaya bayılmıyorum ama ekmek parası ve aylık akbil var diye bi mutlu oluyorum yine de :) Ve bu yazıyı sol bacağımı rahat ettiremeyince masanın üstüne koyarak yazmaktan da gurur duyuyorum. Ben insanım, eklemlerimi de seviyorum ama burkulmasın ayak bilekleri, hele iki kere üstüste hiç burkulmasın!! Lenny Kravitz ders çalışırken yormuyorsun, sana da bayılıyorum. Birde Vahap Hocaya seslenirsem daldan dala başlayan yazı layığını bulur kanımca :) Vahap Hocacım sizde galiba blogumu okuyosunuz, eğer okumuyosanız nerden bildiniz benim çalışıyor gibi gösterip çalışmadığımı, kitaplar elimde sizi gördüğümü yazmıştım ne hoş oldu demiştim. Bunları bilmiyorsanız neden derste çalışıyor gibi görünüp de çalışmayanlar çıkıyor ortaya dediniz. Hem de her sözünüzle bir göz teması yakaladığım halde, paranoya bu biliyorum. Hala çok başarılıyım bilmiş bilmiş bakmakta ve bazen de mimiklerim karışıyor, anlamaya çalışan selvi bakışı yaparken derste mimiklerimi kontrol edemiyorum bazen, hocaların da dikkatini çekince bu durum, nereyi anlamadınız şeklinde soruların muhatabı oluyorum. Ama 80ler benim yine de favorim!! Ahahahhh:)) Konuya böyle girilir de böyle çıkılmaz işte, literatüre geçsin :)
Ve ben çok çalışıyorum hakikaten, pardon koşturuyorum demeliydim, o zaman pardon demek yerine beksıpeyse basıp silmekte oldukça manalı olurdu ya maksat samimiyet okuyucu. Gerçi pek okuyucum yok ama ben okuyorum farklı farklı kişililiklere bürünüp :)
Ruh eşimi arıyorum birde tramwaylarda, motorlarda.. Otobüs, metrobüs bu çalışmanın yapıldığı alanlar çerçevesinde kabul görmedi pek. Füniküler ve metronun yüksek potansiyelini gözden kaçırmıyorum fakat yürüyen merdivenlerdi, bantlardı derken denk getiremiyorsun, denedim biliyorum. Kaç kişinin peşine düştüm de kaybettim, ahhahhaha! Ama en eğlencelisi metroda Ozan'ı arkadan görüp, tanıyıp omzuna arkadan parmak ucuyla dokunup, bedeni kabartıp deli gibi sırıtmaktı. Ama bu sene açılışı yapamadım henüz ve uzak görünüyo açılış. açmadan kapatmak en iyisi konuyu ve türevlerini.. 90'lar da güzeldi be! Burak Kut vardı, Çelik vardı.. dum ka ka ka ka!!!
Ve sevgili interrail, kavuşmak istiyorum!

( öğrendim ki sen de beni istiyormuşsun İnterrail :D )
[-- BLÖRF!!- Ya Tutarsa- Vol-2]

7 Ekim 2009 Çarşamba

serseri ruh

serseri ruhumun peşine düştüm bu akşam, eve dif. geo. çalışma hayaliyle gelmiştim oysa ki. ama beni benden alıp götüren birşey var içimde. alıp götürse de yollara vursa beni diyorum içimden. o şehir senin bu şehir benim gidesim, tüm kalabalıkların içinde kaybolasım var. mahalleye müzik yapmayı da ihmal etmiyor bünye. hatta psychedelic müziğe kaptırıyor kendini. belki de müzik alıp götürüyor. ya da tanımından etkilendiğim bu müzik iyi bir bahane başını alıp gitmek için, hiç değilse bir çıkış sebebi bulmuş olan tarifsiz duygular kayboluyor. ve ben fade into you söylüyorum bağıra çağıra, Fındıkzade, Aksaray, Üsküdar, Fıstıkağacı boyunca. kaybolmaya hazır olma işaretleri eksiksizken neden içinde boğulmayayım ki. şarkı sözü yazmak için bu mod iyi aslında ama kurt cobain kadar uyuşamayan ruhum bi blogla yetiniyor. acemi eller taklit etmeye çalışıyor beğendiği çizgileri. nerden çıktı bu çizgi sevgisi. ve neden o yolları sevip sevmediğimi soruyorum kendime. sevmek ya da sevmemek değil de cevap, oraya bakınca, onun ordan mutlu mutlu morlu pembeli dünyasına mutlu mesut koşarken otobüs camından ona bakan benim hissettiklerim neden tanımlı değil diyorum kayıtlı literatürler arasında.
ve miller dolapta soğumaya devam ediyor. işte insan olmayı seviyorum bu noktada. arkadaşıma bahsettiğim sahneden bakıyorken tüm gün dünyaya şimdi odamda kendime bakıyorum, seyircisiz boş koltuklarıma. renk uyumunu farketmeden yakalamış olduğum sigara-bira beni mutlu ediyor ama boğuluyorum sonra uyumdan da, uyum sağlamaya çalışmış olmaktan da. bu yüzden sek sek adımlarla gidip geliyorum tüm normallikler arasında. ve hatırlayamıyorum şifreyi, ajanlık yapıp, kaybettiğim gülücükleri ve uykuları bulmak için. sonra da bi işaret beklemek mi gerek diyorum ama süzesim var dünyayı buğulu buğulu bi köşeden, işareti görmek bu buğuda zor olur diye daha bi bulanıklaştırıyorum görüntüyü. ve bi elimde olduğunu düşündüğüm boya kalemleri ve morla uykuma ağıtlar yakıyorum ve olmayan kalemlerim ellerinde olan insanlara gıpta ediyorum. soyut çalışmalarımı işte bende böyle yapıyorum cebir hocası insanlar neler yapıyor derken.
sabah kalkıp çalışmaya karar verdim. gün aydınlanırken ben de kafamdaki dif. geo. taslağını canladırmayı daha makul buluyorum. ve neden uyumak bir ihtiyaç, böylesine düşünmekten alıkoymak için mi insanı, uyuşturmak ve ne kadar güçsüz olduğunu hissettirmek için mi. ama ben uykusuz uykusuz yine sudoku çözmeye çalışacağım uykusuzken aptallaştığımı reddetmek için. en zorlarını seçicem. ve bu sudokuyu çözersem benim olacak bigün en huzurlu uykularım diye kendime işaretler yollayacağım çocukluktan kalma alışkanlıklarla. ve yine uyumuş uyanmış yine mutlu mutlu etrafa gülüyor olacağım. biri pardon dediğinde gülerek bakacağım gözlerinin içine. ve yanımda kitap okuyan çocuğa toplum kaygısı olmadan sorular soracağım. sohbet edip arkadaş olacağım. ve o bu dünya mı olacak. sınırları aşmak mı gerekecek. ve o dünyada morlar kişiye özel mi olacak, sahiplenilmiş.
herşeyin net olduğu yazarların köşelerinden biri olmayacak benim köşelerim. birbirine en uzak noktalardan bağıracak hislerim birbirine ve ben kulaklarımı tıkayacağım. mutlu mutlu gülümseyeceğim yine. ve gülücüklerimin sadece oraya yerleşmiş olduğunu bileceğim ki yeni bir ifade arama sorusu gelince gündeme kolaya kaçıp gülmeye devam edeceğim. birgün iyi bir matematikçi olmak olacak tek ciddi hayalim ve bu da o surat ifadesinin bir parçası olacak ya da artık ifade bu hayalin bir parçası. içiçe geçecek herşey, cümleler, duygular ve ben. basit düşünmek olacak yine ilkem. ama düşünemeyeceğim. düşünmek bu kadar karmaşıkken zihnimde en indirgenemez problemim olacak bu ve matematik dünyası için çözülmesi mühim olmayan bu problemi çözmekle geçecek benim yıllarım. ortada olmayan bir problemi çözmek ne kadar mantıksız geliyorsa ben de o derece varsayıma dalacağım. ve ben en temel matematik bilgilerimi kendi hayatımda uygulamaya koymuş olacağım.
dolunayda kurtadam olan insanlarla beraber ben de dolunayda bana birşeyler olmasını bekleyip fantastik yolculuklarımdan birini daha yapacağım biletsiz. bunların içimin neresinden çıktığını düşüneceğim o kadar mutlu mesutken. kısa süre sonra o tamlığa yakın bölgeme alacağım kendimi ve tanımlı hiçbir gruba girmeyen bu yazım kendi grubunun etkisiz elemanı olacak. ve ben yarın dif. geo.da çok iyi bildiğim ifadeleri takınacağım suratıma. bir gözlüğüm olsa daha da inandırıcı olurdum düşüncesi gitmeyecek aklımdan ve aforizmalar en sevdiğim kitap olacak tek kelime ile anlatamadığım tüm herşey için!

6 Ekim 2009 Salı

---BENİ SEÇ 2009--- ya tutarsa :D




Pek sevgili Nasreddin Hocayı yaderek başladığım '' beni seç!'' yazımda umutluyum, mutluyum. türlü şaklabanlıklar yapmaya hazır bünyem, bi yandan oylamaya katılacak kişileri araştır Selvi diyor bana. Dört bi koldan kuşatmaya başlasam diyorum ama savaşçı ruhumu interraile saklamaya karar veriyorum :)






ve sevgili bloguma iyiki varsın diyorum. maçı sanki 1-0 önde götürüyormuşum gibi hissettirdiğin için bana. maç daha bitmedi ama :)

gecen Mayıs ayından itibaren interrail için araştırmalara başlamıştım. hatta bir interrail mail grubuna üye olmuştum. gidişi kafaya koymuştum ya bu üyelik bana kendimi daha bir
yakın hissettirdi interraile. ama paraya yakın olamadığım için gidemedim geçtiğimiz yaz interraile.bu yaz olacak ama inşallahıyla maşallahıyla .

minik minik göz kırpıyo bana hayat sanki. iyi ki o mail grubuna üye olmuşum. orda gördüm bugün seyahat bursu duyurusunu. sevindim, içimde havai fişeklerle bi kutlama yaptım sanki burs bana çıkmışcasına. sağol hayat :)

neden ben seçilmeliyim peki interrail bursu için? biraz da bu konuda konuşmak istiyorum. ben seçilmeliyim:

- çünkü çok istiyorum. ( yüksek lisans mülakatlarında dahi istekli olmak iyi bir sebepti kabul edilmek için )



- çünkü geçen yaz gidemedim içimde kaldı. ( insanın içinde bişey kalması ilerde ciddi problemlere yol açabilir heleki 26 yaş sınırını aştıktan sonra. bknz: interrail 26 yaş sınırı )
- çünkü ben matematikle uğraşırken hiç beni hocalarım ödev olarak sergiye, geziye götürmedi.( elinden tutulup Avrupaya yollamanın daha bir sevap olduğu öğrenci modeli)

- çünkü ben tüm yaz tatillerimde (üniversite 2. sınıfın yazına kadar) fındık toplamaya, köye götürüldüm babam tarafından


- çünkü her okul döneminin başında 'yaz tatilinde nerelere gittiniz' konulu kompozisyona hayal gücümle hiç gitmediğim yerleri kulaktan dolma bilgilerle aktarmış bir öğrenciyim.(yazar burada 'görmeden o kadar yazıyordum, görünce neler neler yazarım bir düşünün' diyor.)
- çünkü benim adım Selvi fakat boyum kısa. ( Allah vergisi bir yeteneği olduğunu söylüyor. )
- çünkü gezmeyi çok seviyor. ( atalarından kalma bir alışkanlık olan gezme-tozma babaannesi tarafından çok sık yapılan bir davranışmış. köyde gitmediği düğün, katılmadığı dedikodu yokmuş. ve de katıldığı her düğünde oynarmış.)

-çünkü saçım dökülüyor. ( Avrupa havası saç dökülmesine iyi gelirmiş.)

bunlar gibi sebeplerim belki diğer katılmak isteyen arkadaşlarınkinin yanında hafif kalmış olabilir. ama ne diyebilirim ki? istiyorum ve bununla ilgili(hesapladım) 6 aydır planlar yapıyorum. süre anlamında bana fark atacak arkadaşlar muhakkak vardır ama isteklilik konusunda Selvi boyumla korkusuzca savaşırım :)

peki Selvi kimdir, nedir kısmına gelince.. 1986-Ordu doğumluyum. İTÜ'de matematik mühendisliğinde yüksek lisans yapıyorum. Üsküdar'da oturuyorum. ÜSküdar'ı çok seviyorum. şimdiki zamanla yazılan cümleleri ardarda kullanınca okuyucuya işkence yapıyormuş gibi hissediyorum. genelde kendimi 3. şahıs üzerinden anlatmayı seviyorum. ve ben interraile gitmeyi gerçekten çok(!!) istiyorum.

yazıyı yazarken ve de fotoğrafları çekerken gerçekten çok eğlendim. gerektiğinde gıdımı göstermekten çekinmediğim fotoğraflarımla imkanlar dahilinde karşınızdayım. ve ben yine karşınızda olmaya devam etmek istiyorum, Türkiye'den alınmış değil Avrupa'dan alınmış şapkalarımla :)




4 Ekim 2009 Pazar

herşey ılık olsa

yatağın rahat olup olmadığı önemsiz, isterse yerde bi battaniye üzerinde, eşyasız bi evde, soğuk odada uyu. hatta tüm gece sabahlara kadar sokaklarda ol. yağmurda ıslan.

eve gelmek için dünya kadar yol gel. karın ağrısından canın burnuna gelsin. daha olabilecek, keyfini kaçıracak ne varsa, olsun onlar da. ama o gece rahat uyu. en azından bi kere olsun öyle uyumuş ol. öylesi sıcacık olsun.

göğüse konmuş başı okşasın hiç üşümeyen eller. ve senin ellerin hep üşüsün. ısıtacağını bildiğin bi el var ne de olsa. gece uyunacak gülümseyen bi yatak olsun.

bunlara alış sonra da. hiç üşümeyen ellerin artık buz tutsun. ellerini uzat. ısınsın. parmak ucundan başlayıp yayılsın vücuduna. ısınsın ruhun. ısınamaz olsun tek başına.

saate aldırmadan düş yollara. uzan ona. ısın. ve tek başınalığı geride bırak. normalleştir ısı alışverişini. sorgula ateşin kaynağını.

uzun süredir üşümemiş bedenin en sevdiği giysisinin içinde olsun, sıcacık. unutsun soğuğu. sıcaktan şikayet etsin. ve sönsün alevler, nefesinle.

ve kendine kız, artık alevlendiremediğin ateş için. nefesini tut, bir şeyi değiştirebileceğini sanarak.

parmak uçlarından başlayarak yayılsın vücuduna ama bu sefer soğukça.

yakınacak hiçbirşeyin yok artık, soğuk ve kayıp uykularından başka.

28 Eylül 2009 Pazartesi

woulda, coulda, shoulda

sabah 9 buçukta dersi olan biri için tam örnek teşkil edecek tipteyim. eyy uyku.. uyut beni!! yine mi Faruk Hoca sendromu yaşıyorum yoksa.. geçen dönem her pazar akşamı isyan ediyodum bi taraftan da bayılma numarası mı yapsam yarın tahtaya kalkınca diye düşünüyordum. teoriden pratiğe geçememiş çalışmalardır bunlar.
uyumam lazım, hem de hastayım. yorgun bünye. neden uyumuyorsun?
ateş basıyo, burnum akıyo. ve ben kapşonu kafasında, duvarıma yansıyan gölge, oturuyorum yatağımda. tuvalate gittim, aynada kendime baktım. kapşonlu, soluk yüzlü, alnında simetrik iki kırmızı noktaya sahip hasta bi insandım. ama hasta olmak bana yakışıyor muydu neydi? bilemedim. ama içten içe hasta halimi seviyorum. tabi minik bi kısmını. minik kelimesini kullanmak bana kendimi cicili bicili kız gibi hissettirdi. hastayım sadece. bi de ozan meselesi var da.. o konuya girişi soğuk algınlığı kısmından yapmayı düşünmüştüm derken bi klişeyle konuya çoktan balıklama atladım bile. hasta olunca aklıma ozan geliyo. bana nane-limon kaynatışı, şefkatle bakışı.. hasta olunca değinmeden geçmem bu konuyu. çok seviyorum. kelimeler kifayetsiz kaldı gibi şairane durumlara girmek tehlike belirtisi olduğu için konudan ayrılıyorum. ve başlık bu konuya gelsin diyip ayrıntısız özetliyorum sanırım.
şimdiki zamanda cümle kurmayı sevmiyorum. ama mecbur..
müzik dinleyip uyumaya çalışacağım. güzel bi rüya görsem, şöyle huzurlu, sıcacık hisli bişey. yalnızlığa alıştığım kadar sıkıldım da. çelişki!

27 Eylül 2009 Pazar

hasta oldum, iyi mi.

günlerden pazar ve ben üşüttüm. biyolojik yapım çocuklaştıkça çocuklaşıyor. bi dondurmayla boğazım şişmişti yakın geçmişte. 4 gün yatmıştım . şimdi de iki şüpheli durum var bu konuyla alakalı: puding yedim dolaptan çıkarır çıkarmaz, diğeri de motorda rüzgara maruz kalmış olmam. hangisi bilmiyorum ama annem olsa kesin sebebi söylerdi.

evdeyken hasta olduğumda annem ben sana dedim ''ince giyinme'', ''soğuk su içme'' gibi cümlelerle hastalığın ilk anlarında moralman beni çökertiyordu. o deyince hasta oluyorum sanmaya bile başlamıştım. insan o kadar üşütebiliyor tabi yer yer. gençlik ateşi, ebeveyn düşmanlığı derken..

neticede yine hastayım. yatağımdayım. hatta hava soğuk olmamasına rağmen kat kat giyindim, boynuma da şal taktım. üşüyorum ne yapayım. ve başımın altına, bilgisayara daha rahat bakabilmek için koyduğum kat kat yastıklar çok rahatsız edici. yatan hastanın kötü kaderi. mazzy star çalıyor ardarda. -fade into you- dan başlayıp -roseblood-larda dalgalanıp, -be my angel- diyorum. bu aralar çok şahane listeler yapıyorum kendime. mutluyum.

yatakta gerilmeye çalışıyorum ama başka bir sakat uzvum ağrısı ile kendini gösteriyor. ona da günaydın. ve hala burda mısın? bir ay önce burktuğum sağ ayak bileğim, bana çok alıştı. gitmiyor. ve simetrikliği kaybolan ayak bileklerim üzgün. zamanımın çoğunu onları avutmakla geçiriyorum. zaten bende zaman bol. bu lafıma dönüp bakacağım, zaman bol kısmını canlandırmak isteyeceğim bir sürü an olacak dönem itibarıyle onu da çok iyi biliyorum. ona da zamanı gelince bakacağız ne diyelim.

bu hafta ersin çizmemiş, üzüldüm. sevgili günlükten sonra sandıkiçi ne mi dönecekti tekrar. ne çizecek merak sarmıştı. haftaya bakıcaz artık demek ki. umut sarıkaya bol bol var bu hafta. iyi birşey bu.

daldan dala atlayan bi selviyim ben. şimdi de hastalığımla ilgili çekilmez şeylerden bahsetmek istiyorum. gece ben mi uyku uyudum uyku mu beni uyudu anlamadım. sürekli nöbetteymişim gibi uyandım durdum. saçma sapan bi rüyadan diğerine zıpladım. hatta birinde eve gitmişim, geri döneceğim, uçak dönüş biletimi arıyorum etrafta. saat kaçta uçak diye. uyanıyorum ama o kadar etkisindeyim ki rüyanın baş ucumda duran kitabın içini açıp bileti aradım ya. çüşş! bana. o kadar hastayım yani. komik ama bi taraftan da. komik demişken.. bienalde çok komik birşey yaşadım. yeni paragrafta anlatayım.

tütün deposundaki hamlet hovsepian'ın baş, düşünür, esneme, isimsiz, kaşınma isimli çalışmasını seyretmek çok ilginçti. şöyle ki: salona girince her duvarda bir projeksiyon var. biri esneme, biri o, biri bu.. derken.. esneme iki duvarda da boy gösteriyor ve ben kendimi alamıyorum esnemekten, ardarda. salonda bi tek ben varım ve seriye devam.. kaşın selvi, kaşın :)
kahvaltıda patates kızartması var. tebelöyyylöyyy!!!

26 Eylül 2009 Cumartesi

go home serdar!!


gönül ister ki sabahları sevdiceğin uyandırsın seni. ama yok! bizim gönül değil de üst kat komşumun ergen oğlu karar veriyor buna. sabah sabah binlerce dansözü ben neyleyim, a ergen çocuk, sana söylüyorum! daha yaşın kaç, başın kaç. bi de dünyadaki tüm adamlar bitti de bi serdar mı kaldı örnek alacak!
komşudur, gürültü olur arada sırada. hatta benim makbulum yatak tıngırtısıdır ama bizim apartmanda da öyle şeyler olmuyo. nüfus yaşlı.
serdar ortacın binlerce dansözünden sonra en sevdiğim sıradaki parça, burak kuttan ''benimle oynama'' idi. ergen kardeşimle karşılıklı söyledik. sabrımı zorlama kısmında pek bi coşmuştum. ama coşkumu farkedemedi kanımca ergen kardeş. ve belirtmeliyim ki bu çocuğun müzik kulağı kesinlikle yok. her şarkı aynı modda mı söylenir kardeşim.tamam, söylediği tüm şarkılar serdar ortac imzalı olunca seçici geçirgen bi yapı olmuyo. ama burak kutta da aynı mod olmaz ki. arabesk senin ruhuna hangi ara işledi bi de yavrucak. derdin tasan ne?
sesini duyana kadar böyle bir ergenin varlığından haberimiz yoktu. hangi ara pörtledin. biigün pusuya yatıcam. kıstırıcam seni bi köşede. kendini kolla!
evine git be serdar! sıkıldık senden. küt saçlı, karabiber halin bile daha çekilirdi. git!

18 Eylül 2009 Cuma

hüviyetimi kaybettim, hükümsüzdür!

bu bir kendini kaybetme antremanıdır. ilgililere..

bir insan kimliğinin kaybolduğunu uzun süre boyunca sezip, onunla yüzleşeceği anı bekler mi?
bu Selvi ise eğer bekliyormuş.
yok işte, heryere baktım.

ilk bu hisse nerde kapılmıştım? Şirince dönüşü sanırım. evet kimliği bulamayıp ehliyeti göstermiştim. peki neden orda kapattım ki sayfayı. sende bilim adamı olacaksın ya bu merakla, daha ne diyim ben sana!!

işin yoksa önce gazeteye ilan ver, sonra nüfusa git. fotoğrafları da bulamadın zaten. bi de fotoğraf çektir. sil baştan, yeni baştan. ohşşşş!!

bekle beni anadolu vakfı, burs başvurumu yapacağım, hele bi yeni kimliğim çıksın!!

yeni kimliğe bel bağlayıp, dilek ağacı moduna alayım kendimi.

başa sarmaca, yinelemece, yenilemece

okul başlamak üzere. gene inek olmaya karar verdim. bu sefer değişiklik yapıp olmayı başarabilecek miyim bakalım :) hatta bi hevesle gidip kütüphaneden kitap bile aldım. derse hazırlık mahiyetinde. hoca da gördü kütüphane dönüşü, elimde kitaplar. daha ne isterim. görüntüyü kurtarmayı gene başardık. ama gel gör ki süper geniş masamda yaydı popolarını kitaplar. engelleyemiyorum. kendimi tabi ki. ama bu da geçecek elbet.

önce gidip aps yle yollamalı burs başvurusunu. gelince oturmalı başına artık dersin. fotoğrafım var mıydı ki? kezban selvi serisi nerede acaba? bulmalı.




--frank loesser'ın baby it's cold outside' ı, louis armstrong-ella fitzgerald düetinden dinlenmeli.
--- anne dediğin yemeklerden taze fasulyedir. ama benim annem mısır ekmeği artık benim için.

change is hard dinleyip geçmişe bakmak







bu, en ''change is hard'' anlamaz dinlemez kısmı geçmişimin!
seviyorum çok, pek çok!

kedi




böyle kıvrılsa da uyusa.
kış da yaklaşıyo. tam kedilik.
sıcacık sarıl, mırıl mırıl.

17 Eylül 2009 Perşembe

ve... Selvi seyirciyi selamlar!

hava kararmıştı. ve sokak çocuğu olmak için (yaşının) geç olduğunu farketmişti Selvi. zaten hava kararmadan da eve gelmişti. ( ama bu ilk blog yazısıydı ve azıcık artistlik yapmak istiyordu canı. yapmasa mıydı? ama takılmazdı bunlara seyirci, ilk günden madara etmezdi. artık susmalı konuya devam etmeliydi. etti. )

ev boştu. Anıl bayram için ailesinin yanına gitmişti. evde yalnız olmasına rağmen birisi bir yere davet edecek olsa, misafiri varmış gibi yapmaya da hazırlamıştı kendini. dedim ya azıcık artistti. ama arayan soran olmadı. telefona birkaç kere bakıp teyid etti yalnızlığını. bu biraz koymuştu aslında Selviye. dahası gündüz 3 kişiyi aramıştı ama hiçbiri açmamıştı telefonunu. insan bir geri aramaz mıydı. takılmadı bunlara selvi.

karnı acıkmıştı. tutumlu olmaya karar vermişti. yaz boyu çar çur ettiği paraların yüzü suyu hürmetine artık durulacaktı ( nereye kadar sabredecekti merak ediyordu). o yüzden dışarda yemedi. 3 günlük makarnayı ısıtıp yedi. aslında evde de hemen hergün yemek pişmekteydi(mercimek köftesinden turtaya kadar). ama onlarda insandı. ve bu serseriliği yapmayı seviyordu Selvi.
bugün ders kaydını yaptırmak için okula gitmişti selvi. ve süpersonik teknolojik okulunun sistemi ona sinsice oyunlar oynuyordu. sistem pis pis sırıtan yüzünü ilk önce bankada gösterdi . bankaya kayıt harcını yatıramıyordu. adının yanında yatırması gereken miktar görünmüyordu. aslında canı o parayı yatırmayı da istememekteydi. ama bu Selvi istemediği için olmalıydı. sistem istemediği için değildi. sistem de neyin nesiydi.sisteme sövdü hafif küfürlerle. Selvi içinden dahi sert küfürler edemezdi. Selvi'nin numarasının yanıp söndüğü veznedeki, evli olduğu yüzüğüne bakmadan anlaşılmayan Turuncu otomasyona gitmesi gerektiğini söyledi. Turuncu, Marmaris'e tayinini istemişti, eşinin tayini oraya çıkmıştı. Turuncu Marmaris'e ne de yakışırdı. Turuncu bunları Selvi bankonun önünde beklerken pembe tişörtlü erkeğe söylemekteydi.Pembe tişörtlü erkekle tanışıyorlardı. ve bu erkek Turuncu'nun arkadaşı Eda'nın arkadaşıydı. yan veznedeki sarışına söylerken duymuştu Selvi. ve anlamıştı. bu erkek Eda'nın belli ki eski sevgilisiydi. Selvi bir tane bulamazken Eda gönlünü hoş etmekteydi. Eda'da olup da selvi de olmayan şey neydi. şimdi Edayı boşvermeliydi. turuncu otomasyon dedi. git dedi. orda sor dedi. selvi gitti.
otomasyon sevimsizdi. sıra numarası almak gerekti. aldı. bekledi.numarası yanıp söndü 6. bankoyu işaret eden tabelada.oraya yöneldi.sordu. soldan ikinci odaya yolladılar. gitti. sordu.bu işler can sıkıcıydı ve Selvi de en sonunda sıkıldı. ileri sar tuşuna basıp bu işlem silsilesini hızlandırdı.göz açıp kapayıncaya kadar Selvi kaydını yaptırmıştı. hocanın odasından çıkmaktaydı. bir saat süren banka-okul-otomasyon trafiği hemencecik bitmişti. neden bunu daha önce akıl edememişti. ah keşkeydi! neden hala ışınlanma günlük hayatta kullanılmamaktaydı. Selviye güvenebilirlerdi. onun dünyayı ele geçirmek gibi planları yoktu. o sadece masasının üstüne koyabileceği boyutta bir dünya istiyordu. hatta ışıklı olsundu. o da olurdu.

dünya hayaliyle otobüse bindi Selvi. evle okul arası bir saatti. selvi düşündü. bu bir saati seyirciye ancak bir saatte yazabilirdi. seyirciyle yazmak arasındaki uyumsuzluğu elbette ki farketmişti. ama selvi sözünün eriydi. ilk seyirci demişti. artık okur diyemezdi. hem seyirci olsalardı fena mı olurdu. okurken 3 boyuta aktarıp düşünselerdi. beynimizin her yanını çalıştırsaydık. ama ayıptı. koskoca beynin yarısı kullanılmazdı. iki eli birden kullanmak gerekti. Selvi'nin beyninin heryeri çalışmaktaydı. ve hissediyordu bigün bomm! diye patlayacaktı. işte Selvi böyle biriydi. samimi olayım derken bokunu çıkarırdı. cümleleri yuvarlaktı. bi kere başlamıştı yuvarlanmaya. durmalıydı. ve bir sebep buldu *yazmaya başlarken bulduğu gibi.evet aşk-ı memnu artık bitmişti.


Selvi bu hikayede neydi? yazar mıydı, kahraman mıydı? kim inanırdı yazan ben değilim, sadece kahramanım deseydi? Selvi bir sonraki yazıda dürüstçe kendi ağzından yazabilecek miydi? neydi 3. şahsın gizemi? gizem demişken, Selvi adı kadar uzun muydu?

*günlerden perşembeydi. ama zaman günleri dizilerle isimlendirme zamanıydı. aşk-ı memnu günüydü. selvi diziyi protesto etmekteydi. yeterdi. içi dışı dizi olmuştu. hayatında bir değişiklik yapmaya karar verdi. her olası dizi saati yazacaktı. bu insanlık için nasıl birşeydi, daha sonra kokusu çıkacaktı.

-dizi saati bu kadar uzun olmasa da Selvi bu kadar uzun yazacak mıydı? Selvi için uzun yazmak ve uzun cümleler kurmak, boyunun kısalığı dolayısıyla psikolojik problemlerinin bir dışavurumu muydu?

-she&him tam selvilikti! sevecekti. hem de çok. pek çok.

selamlar!