15 Ekim 2009 Perşembe

eski İETT otobüsü, içim titriyor sana!

Hava kararmıştı ve soğuktu. Fakat an itibarı ile verilmiş olan dersin geri dönüşü olan para cebini ısıttıkça soğuk vız geliyordu. Ev arkadaşı ile ne yesek diye konuşuyordu telefonda. Yemeği arkadaşı yapacağı için söz hakkı olduğunu düşünmeyen Selvi '' sen bilirsin'' dedi. '' ne çorbası yapayım?'' diye sorunca kendine hakim olamayıp iştahlı iştahlı ''şehriye çorbası'' dedi. İçindeki borçlu ve mahsun Selvi kıvırmak istedi ''yani kolay oluyo ya ondan yani, ehemm kehemm'' dedi. Anlaşıp kapattılar telefonu.

Peki nasıl ulaşacaktı şehriye çorbasına??.. Dağ başındaydı. Oldukça seyrek geçtiği söylenen otobüsü yakalamak, bahtsızlığını yenmek için iyi bir deneme olabilirdi. ve Selvi prim yapsın diye kendini yerden yere vurabilirdi önceki cümledeki gibi. (gönderme: Sevgili Ersin Karabulut, yarattığın luuzır akımından etkilendim sanırım. Yolda izde Sandıkiçi okuyunca böyle oluyor. Sevgiler!) Durak görünüyordu fekat ''gelir mi ki otobüs, taksiye mi binsem ki insan içine karışana kadar'' derken beyaz üzerine kırmızı çizgilerle emektar İETT otobüsü göründü. Otobüs durağa varana kadar durağa koşup yetişebilir miydi Selvi? Düşünmeyi bırakıp, kısa bacaklarıyla koşmaya başladı, bir yandan da ellerini havada yukarı aşağı sallayarak ''dur!! bekle!!'' anlamına gelen işaretler yaptı yanından geçmekte olan kırmızılı beyazlı İETT güzeline. Vefalı İETT, genç dostuna, anne şefkatiyle karışık bir hoşlukla açtı kollarını yol ortasında. Koşan Selvi mutluluktan havada ayaklarını çırpa çırpa ulaştı yaşlı dostuna. Hal hatır sordu Selvi'ye eski dost, 147 kontördü hali hatırı Selvi'nin. Hoş beş ettiler yolda sağa sola savururken genç yolcusunu, bir o yanına sarıldı İETT'nin bir bu yanına. Ne de çok özlemişlerdi ama artık yeterdi. Silkinip, bir yer bulup oturdu ''dışı seni, içi beni yakar'' tabirini kullanmanın hoş olmayacağı, pörsümüş dostun kucağına. Sevgili İETT'nin içi yine kıpır kıpırdı fekat Selvi'nin içinde bu titreşimleri algılayan mesane,bu kıpırtıyla senkronize bir şekilde titreyip durdu. Koyun mu saymam gerek diye düşündü sabretmek için ama o uyumak için geçerli bir gelenekti. Muhterem arkadaşı Nebok gibi içinden saymalı mıydı? En iyisi bunu not etmekti bir yere, en kötü ihtimalle bir hikayesine konu olurdu. Mesane ile gerginliği azaltmak için iyi bir öneriydi. Amma velakin mesane yutmuyordu bu numaraları, titredikçe titriyordu. Sızıp kalmış öylece Selvi demek iyi bir kapanış olabilirdi fakat herkes gülerdi. Şöyle ki çişi tutan insan ufacık bir rahatlama ile hemen koyverirdi. Ve hatırlamak istemiyordu Selvi rüyasında denizde yüzerken yatağa kaçırdığını. Kimse bilmemeliydi. İnsanın söylememek için kendini tembihlediği şeyleri daha evvel söylediği de bilinir bir gerçekti. Neyse ki İETT insan içine karışılıp umumi vece bulunabilecek bir yere gelmişti sonunda. Umumi vece Selvi'nin en sevdiği yer değildi belki ama mutlu etmişti onu. İETTye olan sevginin yerine umumi vece sevgisi mi gelecekti? Yoksa Selvi yine cansız varlıklarla işini görene kadar ''köprüyü geçene kadar ayıya dayı diyeceksin'' felsefesinin yansımalarını mı yaşıyordu? (kim böyle mantıksız bir şey yapardı ki?) Ve mesaneyi koymaya karar verdi İETTnin yerine. Ne de olsa artık umumi vece ile işi bitmişti.

Peki uzun lafın kısası demek için yeterince uzun yazabilmiş miydi?

okura not: İETT ve Selvi isimlerinin sık kullanılmasının verdiği rahatsızlıktan ötürü özür diler, zamanla alışmanızı dilerim. Her yazı da İETT sıklıkla kullanılmayacak olsa da Selvii önemsiz ayrıntı hikayelerin kahramanı olarak hep karşınızda olacak :) Yalnız isim konusunda biraz kararsız kalmadım da değil. Arkadaşlar bugün söylediler, bende Ezgi ya da Özge tipi varmış! Haksız mıyım kararsız kalmakta.Bir konuda eminim ki Ezgi de Özge de Selvi'ye nispeten bana daha yaraşır isimler olabilirdi :P

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder