18 Mayıs 2011 Çarşamba

Gezeceeeğim, Göreceeeeğim... !

Bir günlük 19 Mayıs kimileri için uzun bir tatile dönüşüyor, başına ve sonuna eklenen günler, alınan izinler ile. Bu 19 Mayıs da uçak biletleri haliyle epey pahalı. Bana göre pahalı tabi. Ben de otobüse talim. 40 Lira'ya Efe Tur'dan aldım biletimi, düştüm yola. Antalya Cebir Günleri beni bekler. :)
Şu an otobüsteyim ve bir otobüs yolculuğunda olmazsa olmaz denilen şeylerin her biri teker teker oluyor. Gözlenenler şu şekilde:
- 10 dakika geçmeden havaya yayılan koku. Host pek hızlı davranamadı kokuya karşı atağa geçmede. O da ne kadar savaşsa da 10 dakikada bir savaşmak yormuştur herhalde.
Hele şu an, beterin beteri var diyorum nefes aldıkça. Abimin bana 'Tüh ya, otobüsle gideceksin demek. Moralin nasıl?' dediği geliyor ama epey abartmış olacağım böylece. Varsın abartı olsun. Koku reseptörlerim de oldukça inatçı. Alışması lazımdı çoktan kokuya. Demek ki faal olarak çalışan başka başka insanlar var.

- Katır kutur cips yiyen delikanlımız bile var otobüste. Hatta yanında da kayırt kuyurt diye yiyen bir amca da cabası.

- Bir adet de ağlayan bebeğimiz var. Tam ışıkları kapandı otobüsün herkes uyuyacak, bebek sahneye çıktı. Öyle ahenkli ağlıyordu ki insanlardan şöyle sesler yükseldi: '' Bebekle yolculuk mu yapılır yağğu!'' Anne de bebeğin üzerine biraz fazla gidip ''Sussana, suuaauusss!'' diye kükredi. Ve bebek sustu. Anneler bilir nasıl davranılacağını hep zaten.

- Daha olacaklar var büyük ihtimalle ama ben uyuyacağım. En konforlu benim sanırım. Evden ayıcıklı yastığımı almıştım. Ohh!

Bu otobüs yolculuğu sırasında sizlere verecek güzel haberlerim var. Bana güzel tabi bu haber :)

Bana da yollar göründü sonunda. Bu yaz İtalya'ya gideceğim bir aksilik çıkmazsa. Esas gidiş sebebim Catania'da bir yaz okulu olsa da birkaç gün Roma ve param yeterse civarında gezmeye vaktim kalacak.

Özlem Pansiyon ruhunu ben de sonunda bir yerlere taşıyabileceğim ya artık, 'Ohh!' diyorum. Bu ruh olsa gerek arkadaşalarımın nasıl cesaret edip gidyorsun sorularının cevabı. Aslında bilinmeyen biraz korkutsa da merak ağır basıyor daha çok.

Pasaportumu çıkarttım, ilk gidiş hazırlığı olarak. İlk pasaportum. Elime alınca artık her yere hemen gidebilecekmişim gibi geldi.

Yollar artık bir de benimdir. :)

8 Mart 2011 Salı

Oda, Pencere, Kar

Ayaklarımı peteğe dayamış ısıtırken bir yandan da tülü açıp yağan karı seyre başladım.
Yaşadığım yeri gerçekten seviyorum ben.
Odamın baktığı evleri, çam ağaçlarını, tülümü, süveterimi...
Bir sürü şeyi seviyorum ben.
Karı da seviyorum.
Çok güzel yağıyor.
Bir de Rashid Behbudov var, onu da seviyorum sesinden ötürü.
Azeri müziğini de sevmeye başladım ondan ötürü.
Daha sevecek ne çok şey var.
Gidip biraz da ton balıklı salata seveyim.

3 Mart 2011 Perşembe

Bir hapşırıktan çıktım yola, bu işin sonu hayrola!


Başlıkta sinyallerini verdiğim üzere aksırıp tıksırarak mevsim normallerini yaşamaya çalışıyorum. Bir başında hasta olurum kışın, bir de sonunda. Tıpkı ramazanın sadece başında ve sonunda oruç tutan, tüm ramazan gönlü hoş olan insan gibi.

Grip olduğumda aynaya bakıp '' Ne kadar da hasta olmuşum, göz altlarıma bak.. Vay banaa..'' deyip yatağa atlamadığım sefer yoktur. Ve bu sefer ki aynaya bakışımda bir pekineze benzediğimi düşündüm hastayken. Gözlerde ki ıslaklık, burundaki nemlilik... Evet, pekinezi seçmemdeki diğer sebep de ikimizde benzerlik gösteren ebatlar.

İnternette pekinez fotoğraflarına bakıp bana en çok benzeyen
pekinezi bulmaya çalıştım. Bu çalışma farklı ruh hallerinde bana çok benzeyen başka başka köpek fotoğrafları bulmama sebep oldu. İşte bir kaç tanesi.
Gribim ve de garibim.

Sevgiler herkese!


9 Şubat 2011 Çarşamba

Dingil-Dingin

Bir film çektim hem de oynadım.
İyi geldi.

4 Şubat 2011 Cuma


Kaplan, kuzuyu yaratan mı yarattı seni? Kaplan?

3 Şubat 2011 Perşembe

Köyden indim şehire!

İşte tam yerinde bir başlık. Bunu bulmadan evvel yine klişelerden yola çıktım ve baba evi'nin ardından bunda karar kıldım. Gerekçem de şudur: 2 gün önce Matematik Köyü'nden Antalya'ya ailemin yanına geldim. Uçağa bindiğimde, telefonumu açık unuttuğumu farkettim (panik olarak). Telefonumu cebimden bir hışımla çıkarıp kapatmaya çalışıyordum ki, saçları aslan yelesini andıran, orta yaşı bayağı geçmiş fakat bu aralıkta kalmak için ısrar eden, çirkin bir amca beni uyardı: ''Lütfen teleğfonunuzuğ kapağtın!'' . Hayır, benim amacım neydi ki yani. Amcacım, babam sizin gibi abidik gubidik bir adamla yanyana oturursam, kendisini arayıp, sizin gibi bir adamla konuşturmamı, türünün son örneği olamayan siz gibi amcaların artık tükenmesi dileklerini ileteceğini bildirecek mi deseydim! Yani tamam kabul ediyorum, başarısız cümleler ama o anda içimde o amcaya söylemek istediğim garip şeylerin yansıması bunlar. Aklımdan bir sürü cevap geçti, öncesinde ve sonrasında. Lakin şunları söyleyebildim sadece: ''Amacım da bu zaten! Bağırmanıza gerek yok!'' . Uçaktan inince sevgili babacığıma amcayı şikayet ettim. Bulsa dövecekti amcayı. Fakat amca çoktan gitmiştir diye pek oralı olmadık ikimizde. Bunun ardından babacığım ( Matematik Köyü'ne gittiğimi bilmiyor ama içine doğmuş olacak ki): ''köyden yeni indim şehire deseydin, keşke!'' dedi. Gülüştük. :)-(: (karşılıklı gülüşmek demek (iğrencim(!(parantez içinde parantez de daha da iğrenç)))) -İsterseniz sayabilirsiniz, tüm parantezler yerli yerinde.

Şu anda ''Fatmagül'ün suçu neydi?'' açık anne babamdan yadigar. Onlar misafirliğe gitti ben de onların anısına kapamadım televizyonu ( Büyüsen de hala misafirliğe giden anne baba senin de içini ısıtmıyor mu, seyirci? Büyümekle bir alakası olmasa da misafirlik bana çocukluğumu hatırlatıyor.). İzledikçe ilham geliyor. Hatta içimden kendimce bir suç bulmaya çalışıyorum Fatmagül'e fakat, silkinip kendime geliyorum (gelemiyorum). Ama söylemeden geçemeyeceğim şeylerden birisi: Fatmagül'ün suçu 21. yy'da dahil olmak üzere, her çağda kadın olarak adlandırılabilecek kadar kadın olmasıdır! 21.yy'da kadın olmak zor! (benden Özgür'e gelsin)

Sizlere babacığımla birlikte başka önemsiz bir anımızdan bahsedeyim. Dün babacığım beni gezmeye çıkarmıştı. Arabayı Doğugarajı denen bir yerde sokağa park ettik, etrafı çinkolarla çevrilmiş, ortada kazı yapılan bir alanın yanına. Gezdik, dolaştık, çay içtik, geri geldik ki, araba yok! Ben panik oldum, araba çalındı diye ama babam daha olgun olduğu için benden biraz daha sonra panik oldu. Sonra soğukkanlı bir şekilde düşünelim dedik ve aklımdan ''iyiki annem bizimle gelmemiş!'' diye geçti, kendisi biraz panik ataktır da. Etrafa soralım dedik. Bir taksi şoförü bizim arabanın olduğu sıradaki her arabanın çekildiğini söyledi. Trafik otoparkına gitmek üzere amcanın taksiye bindik. Bu sefer içimden ''Amca da akıllıymış baya, iyi yerde bekliyor.Helal olsun!'' dedim. Takside söz babamdaydı. Taksici ile sempatik bir ilişki kurmak için, iyi bir taksici anısı anlatıp, taksi şoförlerini nasıl da sevdiğini anlattı. ''Taksi şoförü candır!'', dedi. Geldik. Ömrümde ilk defa trafik otoparkı gördüm. Görmesem de olurmuş. Sadece normal otoparktakilerden farklı olarak bu araçlar istek dışı oraya getiriliyor. Bu mühim tesbitimin ardından can alıcı kısma geliyorum. Para cezamızı ödedik ve karşılığında hiç birinizin tahmin edemeyeceği bir hediye aldık. Ne mi? '' Örnek İnsan Hz. Muhammed -sav-'' isimli kitabı! Babam ve benim aynı anda gözlerimiz yaşarıp birbirimize sarılıp ağlamaya başladık. Hala bu kadar düşünceli insanlar var mıydı, dedik. Hatamızı (Arabayı yanlış yere parketmemiz) ve diğer hatalarımızı düzeltmeye yardımcı olacak bu başucu kitabını vermek, tarifsiz bir mutluluğa gark etti bizi. Eve mutluluktan ağlaya ağlaya döndük. Sonra evde portakal soyup yedik, hatasızca, örnek alınacak şekilde. Malum, kış!